058–Çağırılanlar ~ Kahraman Olarak Adlandırılanlar ~

Font Size :
Dark Mode
Reset Mode




058–Çağırılanlar ~ Kahraman Olarak Adlandırılanlar ~




Çevirmen: Bakakuun
.
.
.
Çocuklar düşmanlık içeren bakışlarını bana doğrulttular,
Saf nefret ile dolu gözlerini.
Yeni öğretmenlerine karşı olan nefretlerine acaba ne neden olmuş olabilir?
5 çocuk.

Misaki Kenya: Erkek, 8 yaşında.
Sekiguchi Ryouta: Erkek, 8 yaşında.
Gale Gibson: Erkek, 9 yaşında.
Alice Rondo: Kız, 7 yaşında.
Chloe O’Bell: Kız, 8 yaşında.
Hiçbiri on yaşından büyük değildi.

Öğretmenler odasında elime geçirdiğim notları kontrol ederken onlara bakıyordum.
Dünyanın her köşesinden toplanmışlar, her biri birer canavar olarak adlandırılmıştı.
Her ülke onlar için bir zapt görevi talebinde bulunmuştu ama maceracılar bunun yerine onları denetim altına almışlar.
Elimdeki belgeler bunu belirtiyordu ama bir şey kafama takıldı.
Neden yaş aralıkları bu kadar yakındı birbirine? Ve neden değişik koşullar içerisinde bulunan Jura Ormanı etrafındaki ülkelerden getirilmişlerdi buraya?
Dahası neden üç yıl ara ile? Bu işin içinde iş olabilir.
Shizu-san’ a baya bağlanmış gibi gözüküyorlar. Ondan başka sadece Yuuki’ nin dediklerini dinliyorlar.
Yani, onları et ve kemik içerisinde görmeden ne kadar yaramaz bir grup olduğunu anlayamazsınız.
[Yo, birden bire gösterdiğiniz agresiflikte neyin nesi ha!
Ben (Ore-sama = Yücelik) şu andan itibaren okutmanınız olacağım; ismim Rimuru.
Shizu-san kadar nazik değilim bu yüzden kendinizi hazırlayın!]
Bir selamlama ile başlamayı düşünmüştüm ama…
[Kes sesini! Bizi kandıramazsın!]
[Aynen, aynen! Eğer seni dinlesek bile her hâlükârda bizi öldüreceksin!]
[Shizu-san’ a ne yaptın! Onu da mı öldürdün?!]
[Aynen, bir yetişkine güvenmeyeceğiz!]
[Hiçbir şeye yaramadığımızı söyleyerek bizi temizleyeceksin değil mi?]
Hmm? Verdikleri cevaplar da ne böyle?
Bu sınıf zıtlaşması seviyesinde olan bir şey değil. Sadece yaramaz değiller – bana karşı gösterdikleri gerçek katletme isteği.
Demek istediğim, onları öldürmeye çalıştığımızı da nereden çıkardılar ya da Shizu-san’ ı öldürdüğümü nereden çıkardılar?
Bu işin içinde kesinlikle bir iş var.
O gün derse devam edemedik.
Nasıl koşullar ile karşılaştıklarını bilmiyorum bu yüzden kendi isteklerimi tek taraflı bir şekilde onlara üsteleyemem.
Yani, o gün sadece selamlaşma ile bitti.
[K-Ken-chan… İyi misin?]
[Uzak dur benden! O maske takan öğretmen… Neyin nesiydi!]
[Hey! Sakin ol, sakin ol, tamam mı!!!]
Kapının dışından gürültülerini duyabiliyordum ama önemsemedim.
Yalnızca başka bir üyenin daha kendisini tanıtmasına izin verdim, Ranga.
Büyük olasılıkla benim yerime sınıfa göz kulak oluyordur, ne kadar hoş.
Ama onlara sunduğu problemleri (açıkça) çözme istekleri olmayan çocuklar oyun oynamaya kararlı gibi.
Yani bugünün boş geçmesini (bireysel vakit-çalışma ile geçmesini) önlemeyi başaramazdım.
Yani, gerisini Ranga’ ya bırakarak, Yuuki’ yi ziyaret etmeye karar verdim.
Lonca Liderinin odasının içerisinde, Yuuki ve ben bir koltukta otururken konuşuyorduk.
Memnuniyet verici bir aroma önümüzdeki çay bardağından odaya yayılıyordu.
Konuşmaya devam ettim.
[Peki… Bu çocukların durumunu lütfen bana anlat.]
Direk konuya girdim.
Yuuki direk gözlerimin içine baktı ve biraz düşündükten sonra,
[Rimuru-san sana bir soru sormama izin ver…
Sakaguchi Hinata hakkında ne biliyorsun (ne kadar bilgiye sahipsin)?]
Bu da ne alaka? Hinata ve çocuklar arasında bir şey mi oldu ki?
[Fazla bir bilgiye sahip değilim. Onunda bir Japon olduğunu
ve öğrendiklerini hızlı bir şekilde hatırlayabiliyor olmasını biliyorum – diye bahsetmişti Shizu-san…]
Hmph, cevap olarak kafa salladı.
[O zaman, “Çağırılanlar” ve “Dünya Gezginleri” arasındaki fark hakkında ne kadar bilgiye sahipsin?]
Şimdi bahsedince, onlar hakkında da çok bir şey bilmiyorum.
Özel bir yeteneğe sahip olmaları garanti bir şey ve çağırının başarılı olma olasılığı düşük.
Ayrıca ruhlarına işlenmiş bir lanete sahipler,
Bunları söyledim.
[Evet. Bu bizim onlar hakkında öğrendiklerimiz ile eşleşiyor. Baya bilgilisin, öyle değil mi…
Her neyse,
Çağırma güçlü yeteneklere sahip insanları bu dünyaya getirmek için kesin koşulların hazırlanmasını gerektiriyor.
İradesi diğer insanlardan baya güçlü birisini.
Pekâlâ, tamamen koşulların sağlanmadığı çağırmalarda ne oluyor peki?]
Yuuki’ nin bundan sonra yaptığı açıklama beni tiksindirdi.
Otuz büyücü ile üç gün süresince yapılan bir çağırmanın başarı oranı %0.03’ ten daha az.
Dahası, çağırma büyüsü kullanmış olan bir büyücü belirli bir süre bu büyüyü bir daha kullanamıyor.
Dinlenme periyodu 33 yıldan 88 yıla kadar ulaşabiliyor. Normalde bu zaman çağırmanın başarı oranını arttırmak için büyünün gerçekleşeceği alanı hazırlamak için kullanılıyor.
Peki, bu kuralları yok sayarsan?
Eğer bunu yaparsan büyüyü kullanmak için gerekli olan koşullar daha az ve devamlı bir şekilde büyüyü kullanmaya deva edebiliyorsun.
Yuuki’ nin dediklerine göre bu şekilde yapılan çağırma büyüsün sonucu normalde küçük çocuklar ile sonuçlanıyor.
Güçlü ruha ve fazla büyü gücüne sahip çocuklar buraya zorla getiriliyorlar: Onlara uygun yetenekler bahşedilmeden…
Özel yetenek olmadan, fazla büyü enerjileri vücutlarının içten yanmasına (patlamasına) neden oluyor.
Sahip oldukları güçler ile canlı canlı yanıyorlar.
[Eh? Bir dakika, o zaman, peki ya o çocuklar?]
[… Şimdilik, rekor üç yıl…
Bu uygunsuz bir şekilde çağırılanların ömrü.
Ve o çocuklar da o şekilde çağırıldılar…
Kahraman olmakta başarısız oldular.]
[N… Ha? Kahraman? Neden bu…
Buna Sakaguchi Hinata gibi zorlandılar mı?]
Yuuki cevap vermedi.
Ancak sessizliği sadece şüphelerimi doğrulamaya yaradı.
[Kilise yeni bir umut, yeni bir güç arayışında.
Bütün insanlığın arzusu – kurtuluş, insanlığın kahramanı, “Kahraman”!
Birçok tesisi gizlice araştırarak çocukları benzer yerlerden kurtardım…]
[Kah…retsin…]
[Ölümlerini engelleyecek bir yöntem bulamadım daha.
On yaşının altındaki çocuklarda bir istisna değil – eğer özel bir yeteneğe sahip değillerse kesinlikle öleceklerdir…]
[Ölmeleri çağıranların umurunda değil mi? Bu “başarısız vakalar” onları caydırmıyor mu?]
[Sakin bir şekilde çağırmaya devam ediyorlar, sonuçta çağırmaya devam edebiliyorlar, umurlarında değil. Büyük olasılıkla bu şekilde düşünüyorlardır…]
[Kilise… Batı Azizleri Kilisesi’ nin Jura Ormanı çevresindeki etki alanı büyük, kâfir sayılan Sarion dışında diğer ülkeler Kilisenin yürekten takipçileri.
Anlıyor musun? Bu hükümetin desteği ile bile baş edilebilecek bir durum değil.
Benim tanıdıklarımın arasında bile inanlar mevcut.
Eğer Kiliseyi düşmanımız haline getirirsek Lonca kendi kendine savaşır duruma düşecektir!]
Dedi Yuuki yüz ifadesi acı ve güçsüzlük içerisindeydi.
Bende bir şey yapamazdım. Bu çocukların öleceğini düşünmek…
Ve bu yüzden bana karşı düşmanca davranmışlardı.
[Hey. Neden beni çocuklarla tanıştırdın? Neden bana bütün bunları anlatıyorsun?]
[…Neden acaba? Belki de onları kurtarabilecek bir şey akıl edebilir misin diye görmek istedim.
Dünyada sırtımı yaslayabilecek birisi yok, çoktan Shizu-san’ ı da kaybettim.
Eğer fark etmeseydin sana hiçbir şey söylemeyecektim.
Peki, sen neden fark ettin?]
Kahretsin.
Eğer fark etmeseydim onları mutlu bir şekilde uğurlayabilirdim ve yoluma devam ederdim.
Şimdi durumun farkında olduğuma göre nasıl mutlu bir şekilde ayrılabilirim ki? Ne kadar kötü bir durum…
[Okulun Kilisenin yakınında olması tehlikeli değil mi?]
[Fufu. Tam tersine, en güvenli yerde. Şu atasözünü duymuşsundur illaki; en karanlık nokta sokak lambasının altıdır?
Peki, ne yapacaksın? İşi bırakacak mısın?]
Yuuki’ nin gözünün içene baktım.
Ve seslice bildirdim,
[Bırakmayacağım ve şu andan itibaren istediğim gibi devam edeceğim. Bir şikâyetin var mı?]
Yuuki kafa salladı.
Ve
[Onları sana emanet ediyorum. Eğer mümkünse (yapabilirsen), lütfen o çocukları kurtar…!]
Dedi kafasını eğerek.
Söylemene gerek yok.
Bu Shizu-san’ ın geride bıraktığı başka bir görev ve sonu nasıl bitecek buna kendim şahit olacağım.
Ve belki de bu konuşma bile Shizu-san tarafından önceden planlanmış olabilir.
Kafamda gezinen bir düşünceydi bu.
Özgürlük Birliği’ nden ayrılarak sınıfa geri döndüm.
Pekâlâ, pekâlâ, üzüntülü bir yüz ifadesiyle karşılarına çıkamam.
Elimden geleni yapacağım, şimdiye kadar da hep bunu yaptım.
Shizu-san bana güvendi, Yuuki benden rica etti, yapabileceğim tek şey onların beklentilerine, umutlarına karşılık vermek.
* * *
O gün, Canavar (Hayvan) Krallığı Yuurazia için tarihinin en kötü günüydü.
İblis Lordu Karion endişeli bir şekilde gökyüzüne baktı.
Devasa bir büyü enerjisi ona hızlı bir şekilde yaklaşmaktaydı,
Aura’ sını saklamaya çalışmıyordu bile – bu İblis Lordu Milim idi.
(Hey, hey, bu gerçekten oluyor mu…)
Açıkça savaşmaya niyetliydi ve bu ülkeyi hedefliyordu.
Ciddi ruh haline bürünmüş bir Milim Nava ile savaşmak, anlaşılan buna da bir şans denebilir.
Karion kendisini üstün olarak düşünmüyordu; aslında, Milim’ in daha güçlü olduğunu düşünüyordu.
Ancak,
(Daha güçlü bir düşmana karşı galip gelmek çok daha zevkli!)
Kanı kaynıyordu, kalbi hızlıca atıyordu.
Kıdemli, en güçlü İblis Lordu Milim, dış görünüşüne zıt olarak bu haşmeti hak ediyordu.
Bu İblis Lordu ile kapışabilecekti, heyecanlandığını söylemek içinde bulunduğu ruh halini alçaltmak olurdu.
Daha sadece küçük bir çocukken ebeveynlerine sormuştu, Ejder Prenses’ in despotluğunu.
Bu masal Milim’ e göre mi yazılmıştı yoksa başka bir şey miydi?
Ailesi bunu demişti,
Ejder Prenses’ in öfkesi bir ülkeyi harita üzerinden silebilir!
Asla Ejder Prenses ile dövüşme!
Zırva.
Canavar (hayvan) Ülkesi Yuuzaria’ nın askeri gücü o kadar güçlü değildi, nüfusunun yarısı savaşçı ırkındandı.
Diğer ülkelere göre asla ezik değildi.
Dahası, kendisi bir İblis Lorduna evrim geçirmişti. Korkması gereken kimse yoktu!
Kalenin arkasındaki kutsal dağa yöneldi ve kendisini hazırlarken Milim’ i orada pusuya yatırmayı planladı.
Takipçileri, iblisler ve hizmetçileri önünde eğildi, emirlerini bekliyorlardı.
[Dinleyin! Sadece bir düşmanımız var, İblis Lordu Milim Nava!
Bir İblis Lorduna Karşı eğer siz iblisler birlikte savaşırsanız adam gibi bir kapışma sergileyebilirsiniz ama ben tek başıma gideceğim!
Size gelirsek, bir bariyer kurun ve insanları koruyun! Bana güvenin, kazanacağım!!!]
[[[Anlaşıldı!!!]]]
Savaş haykırışlarını duydu, heyecanlarını hissedebiliyordu.
Bugün, kendisinin en güçlü olduğunu ispatlayabilecekti!
(Kişiliğinden nefret etmedim, iyi arkadaşlar olabilirdik… Ne kadar yazık!)
Bu noktada nedenleri önemli değildi.
Onun için sadece savaş önemliydi de tedbirliliği sonucu az bir şey bile değiştirmeyecekti…
Yavaşça, gökyüzüne yükseldi 〈Uçuş Büyüsü〉nü kullanarak.
Milim’ e yaklaşarak bir kelime bile etmeden savaşmaya başladı.
Öncelikle küçük bir test,
Bütün gücüyle onu yumrukla. Ancak bedeni birden çok koruyucu bariyer içerisinde sarılmıştı, saldırı Milim’ e ulaşmadı.
Hyakko-seiryuu (sonsuz akan nehir) mızrağını çağırdı ve gücünün katlanarak arttığını hissetti.
Az bir şey nefes vererek bütün savaş enerjisini aura’ sı ile birleştirdi.
Ve şiddetli saldırılarını Milim’ e doğru yöneltti. Her saldırıyı Milim’ e şiddetli bir şekilde bir hücum eden bir hava mermisi takip ediyordu.
Ancak…
Mermiler birkaç bariyeri geçebilmesine rağmen bedenine zarar vermeyi başaramadı.
Dahası her saldırısı Milim’ in iblis Kılıcı “Şeytan” ile karşı konuluyordu.
Bu ona hiç yakışmıyordu, o uzun, dalgalı tek taraflı kılıç.
Kılıç soluk mavi bir ışık ile sarılmıştı.
Kaç tane İblis Lordunu kesmişti bu ünlü kılıç?
Tch! Karion kendisini Milim’ den uzaklaştırdı ve duruşunu geri kazandı.
Onu hiç mi hiç hor görmüyordu ama beklentilerini çok aşmıştı.
Gücünü son damlasına kadar kullanmamıştı ama Milim’ in gücü de sonsuz gözüküyordu.
Çelişki içerisinde savaşabileceği bir düşman değildi.
Bütün gücünü kullanmaya karar verdi. Maalesef, zoraki bir şekilde bilincine sahip gibi gözüküyordu, sanki birisi tarafından kontrol ediliyormuş gibi.
Bu, ancak, Karion’ un umurunda değildi.
(Esas sen ile savaşmak istedim bir kukla ile değil! Ama durum bu olsa bile, kaybetmeyeceğim!)
Yeteneklerini serbest bıraktı.
Önce İblis sonra İblis Lordu formuna bütündü.
Sonuçta, o, Hayvan Kral, Aslan “lycanthrope” olarak biliniyordu.
Bu şekilde dönüşmeye başladı, bir hayvan İblise.
Ve gerçek formu İblis Lordu “Aslan Kral” Karion ortaya çıktı.
Gümüş kürk ile sarılmıştı, kasları şişti.
Kafasında Anka Kuşu Tacı parıldadı, vücudu Kara Kaplumbağa zırhı ile donanmıştı.
Komşu ülkelerin hepsi savaş sanatları üzerinde ustalaşmıştı.
Gökyüzünün hâkimiyetini için büyük kartal kanadına benzer kanatlar sırtına iliştirilmişti.
Görünmüşünü fark eden Milim’ in gözleri anlık parıldadı ve Karion bunu fark etmeyi kaçırmamıştı.
Ya da belki de bunu hayal etmişti.
[Pekala, o zaman, Milim. Çok yazık, ama şimdi bu halimi gözlerin gördüğüne göre seni daimi olarak yok edeceğim, tamam mı?
Çok yazık, ama elveda!!!]
Diye haykırdı ve bütün savaş ruhunu Hyakko-seiryuu mızrağına yönlendirdi.
Eğer yerde olsalardı toprak gücünden dolayı ikiye ayrılır ve çevresinde olan şeyler toza dönüşürdü de çevrelerindeki hava da etkilenmemiş durumda değildi. Çevreye yaydığı enerji havanın kendisini alevlere bürümüştü.
Canavar kükremesi!!!
Bu kükreme büyü enerjisini düşmana karşı salıyordu.
Bütün enerjisi mızrağının ucuna yönlendirilmişti, yine de hasar almamıştı.
Eğer yere yönlendirmiş olsaydı saldırı hedefinin üzerindeki her şey dikkatsizce silinirdi; bu “Hayvan Kral” Karion’ un kesinlikle öldürücü tekniği idi.
Normalde gücü ilk yüz metrede azalmazdı ve saldırısının esas menzili iki kilometreyi bile geçebilirdi.
Bu yüzden, menzili bu saldırıyı toplu düşmanlara karşı kullanmada başarılı kılıyordu ama kontrol edilerek tek bir düşmana karşı da kullanılabilirdi.
Kükremesini ilk defa tek bir düşmana karşı kullandı ama birisinin bu saldırının altından kalkabileceğini hayal edemiyordu.
Bütün gücünü kullanacaktı.
Büyü enerjisi hızlıca vücudunu terk etti. Zar zor uçuş büyüsünü devam ettirebiliyordu.
Ancak bu saldırısı için ödediği cüzi bir bedeldi.
Normalde iki ya da üç kere kullandıktan sonra bu kadar yorulurdu ama bugün kendisini geri tutamazdı.
Düşmanı birçok üst sınıf bariyer ile kaplıydı.
Derin bir nefes aldı ve yere doğru düşerken,
*Zuzzzza!!!*
Geri tepmeden kaçtı.
Kan sırtından damla damla sızıyordu ama yarasını sadece iradesi ile kapadı.
Ona baktı.
Ancak, bunun gibi bir şeyin mümkün olacağını ne görmek ne de inanmak istedi.
Beklentilerini aşırı derecede aşan bir benlik,
Ejder kanatları ardına kadar açılmıştı, sarı saçları rüzgârda dalgalandı.
Ve, daha önce orada olmamasına rağmen, şimdi güzel kızıl bir boynuz anlında belirmişti.
Gotik elbisesi simsiyah zırha dönüşmüştü.
(Ah… Yani gerçek savaş zırhı bu, ha…)
Karion yorgun olduğu halde düşmanı hasar almamıştı.
“Ne kadar kötü bir şaka bu. Bu kadar da yüklenme üstüme.” Şimdi değişik-ilginç bir duygu hissediyordu, hem ağlamayı hem de gülmeyi istiyordu.
[Aferin! Bu eğlenceliydi!
Teşekkür olarak, sana bunu göstereceğim!!!]
Milim ilk kez konuştu.
Ancak, kişiliğinden eser olmayan monoton bir sesti.
Karion, her şeye rağmen kelimelerinden kaçınılmaz kıyametini hissetti.
“Bana bir şey göstermeni istemiyorum!” diye haykırdı kalbinde.
Düşünce aktarımını kullanarak takipçilerine emretti,
Tek bir kelime: Kaçın!!!
Ve geri kalan gücüyle koşabildiği kadar hızlı koştu.
Kemiklerinde hissetti; eğer burada kalırsa ölecekti.
Ejderin gözleri açıldı ve kanatları gerildi.
Milim haykırdı,
Ejder Novası!
Parlaklığı kolayca herhangi bir yıldızınkini geride bırakıyordu.
Yeryüzüne yağan parıltılar sadece kaleyi değil aynı zamanda arkasındaki dağı da yok etti.
Yıkımın sesi bir kimsenin algılayabileceği duyma menzilini aştı, yani şok dalgası iletti gerçekleşen yıkımı.
Işık tarafından dokunulanlar bir tepki veremeden (karşı koyamadan) yok oldu.
En güçlü büyü.
Milim’ in bu kadar uzun süre en güçlü olarak kalmasının nedenlerinden birisiydi.
İmkânsız…
Şans eseri, Karion direk olarak hasar almadan kaçmayı başarmıştı, yani kurtuldu.
Ama bu Milim ha.
Lakabı “Yıkım” olan, asla savaşmaman gereken İblis Lordu.
Şimdi, Karion ebeveynlerinin sözlerine katıldı.
Buna karşı savaşamazsın. Herkesten farklı bir boyutta.
Ancak…
[Ama, o…]
[O…? Ne yanlış olabilir acaba? Beni aydınlatabilir misin?]
Boynuna bastırılan bir kılıcı,
Aynı zamanda bir kadının benliğini hissetti.
Gökyüzünün tartışmasız hükümdarı – Gökyüzü Kraliçesi Frey.
[Tch. Frey, sen de mi?]
[Ara? Nolmuş bana? Anlatmak için bolca zamanın olacak…]
Ve bu şekilde Karion’ un bilinci karanlığa gömüldü…

☾☽☾☽☾☽☾☽☾☽☾☽☾☽☾☽☾☽☾☽


Önceki Bölüm |          | Sonraki Bölüm